Sufi Yusuf Hemedanî’nin tavsiyesi üzerine tekrar cemaate vaaz vermeye başladığında ancak
bir kaç kişiye hitab ediyordu. Fakat daha sonra cemaati giderek arttığı ve medrese dar
gelmeye başladığı için vaaz meclisini Babülhalbe’deki bir camiye nakletti. Onun tesirli
sözlerinden halk okadar memnun kalıyordu ki, burası da artık cemaati almaz olmuştu. Bu
yüzden 528/1133 yılında bazı ilavelerle medrese genişletildi ve Abdülkâdir’in ismine nisbet
edilerek öğretime yeniden açıldı.
Cemaatin mütemadiyen çoğalması üzerine, açıktan vaaz etmek zorunda kaldı. Bu vaazları
dinlemek için yetmişbin kişinin Bağdat’a geldiği ve arka safta bulunan dinleyicilerin ön
saftakiler kadar sesini rahatlıkla işittikleri rivayet edilir. Sonraları orası da halkı almayınca
yüksek bir tepenin üstüne büyük bir kürsü koydular ve oradan kendisini takibetmeye
başladılar.
Vaazlarında cemaate kurtuluşu ve cenneti vadettiğini, bu konuda onlara teminat verecek kadar
inançlı ve kesin konuştuğunu, hitabetinin son derece etkili olduğunu kaynaklar görüş birliği
içinde zikrederler.
Karşılaştığı kimseleri hemen tesiri altına aldığı için "Bâzullah"(Allah’ın şahini) ve "el-
Bâzu’l,eşheb"(avını kaçırmayan şahin) ünvanıyla da anılmıştır.
Tasarruf ve kerametlerinin ölümünden sonra da devam etttiğine inanıldığı için, müridlerinin
darda kaldığı zaman söyledikleri "Medet yâ Abdülkâdir!" sözü tarikat geleneği halini almıştır. Onun meclisinde, yaptığı kötülüklere tevbe eden, nadim olan yol kesiciler, katiller, fasıklar,
itikadı bozuk ve sapık olanların yanısıra, çoğu kere orada müslüman olan Yahudi ve
Hristiyanlara da raslanırdı. Rivayete göre onun vasıtasıyla beşbinden fazla Yahudi ve
Hristiyan, yüzbinden fazla eşkiya tevbe etmiştir.
Hülasa onun insanların ruhlarına, düşüncelerine hitab eden daveti bütün İslâm toplumunu
etkilemiş, ölü düşünce ve ruhlar yeniden canlanarak, toplum içinde üstün bir ahlak ve fazilet
hareketi başlamıştır.